Sihirli Fasülye Masalı

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, küçük bir köyde annesiyle birlikte yaşayan Ali adında yoksul ama yüreği sevgi dolu bir çocuk varmış. Babası çok önceleri bir savaşta kaybolmuş, geride sadece eski bir palto ve hatıralar bırakmış. Ali'nin en iyi dostu ise Mırmır adındaki konuşkan mı konuşkan bir kediydi.

Günlerden bir gün, evde yiyecek kalmadığında, annesi üzgün bir şekilde Ali'ye dönmüş:

"Ali... Elimizde kalan son şey tavuk. Onu pazarda satmalısın. Belki birkaç gün yetecek kadar un alabiliriz."

Ali'nin gözleri dolmuş ama annesini üzmemek için başını sallamış. Tavukla birlikte pazara doğru yola koyulmuş. Yol boyunca Mırmır onun omzuna tırmanmış:

"Ali, belki tavuk yerine başka bir şey alırız, kim bilir! Belki de koca bir peynir!"

Ali sadece gülümsemiş. Ama ne olduysa o anda olmuş. Pazarın tam ortasında, upuzun bir pelerin giymiş, saçları gökyüzü gibi mavi bir adam belirmiş. Gözlerinde yıldızlar varmış sanki. Ali'nin yolunu kesmiş:

"Merhaba küçük dostum," demiş adam, "Bu tavuğu bana verirsen sana karşılığında üç sihirli fasulye veririm."

Ali şaşırmış:

"Sihirli mi? Ne işe yarar bu fasulyeler?"

"Hayalini kurduğun her şeyi getirebilirler. Ama dikkat et! Onlar sabır ve cesaret ister."

Ali duraksamış. Tavuğa, sonra fasulyelere, sonra da adama bakmış. Sonunda, içindeki meraka yenik düşüp fasulyeleri almış. Adam bir anda ortadan kaybolmuş, rüzgarla birlikte yok olmuş.

Eve döndüğünde annesi fasulyeleri görünce çılgına dönmüş:

"Ali! Biz açız! Tavukla üç tane fasulye mi aldın?! Bu nasıl iş!"

Ali başını eğmiş, ağlamamak için zor tutmuş kendini. O gece annesi hıçkırıklarla uyumuş. Ali ise gözyaşlarıyla, fasulyeleri cam kenarındaki toprağa gömmüş ve usulca fısıldamış:

"Eğer gerçekten sihirliyseniz... lütfen bize yardım edin."

Sabah uyandığında, evin camından göğe doğru uzanan dev bir fasulye sırığı gördüğünde gözlerine inanamamış. Mırmır da şaşkınlıkla miyavlamış:

"Ali! Bu... bu bir dağa benziyor! Gökyüzüne gidiyor!"

Ali annesini uyandırmadan fasulye sırığına tırmanmaya başlamış. Mırmır da onun peşinden. Saatlerce tırmanmışlar, bulutları geçmişler, sonunda gökyüzünde bir başka dünyaya ulaşmışlar. Masmavi gökyüzünün üzerinde uçan adalar, şarkı söyleyen ağaçlar, dans eden rüzgarlar varmış.

Orada onları, Gümüş Prenses karşılamış. İnci gibi gülümseyen bir yüzü, rüzgârda uçuşan saçları varmış.

"Hoş geldiniz cesur yolcular," demiş prenses. "Senin gelişini bekliyorduk Ali."

Ali şaşkınlıkla sormuş:

"Beni mi bekliyordunuz? Neden?"

"Çünkü Gökyüzü Krallığı, uzun zaman önce kötü kalpli Dev Karagan tarafından ele geçirildi. Ama bir kehanete göre, yüreği saf bir çocuk, sihirli fasulyeleri bularak krallığımıza ulaşacak ve devin lanetini bozacak."

Mırmır patilerini çırpmış:

"Harikaymış! Ama bir dev mi dedin? Büyük, hantal, kocaman bir dev mi?"

"Evet, ama korkmayın. Kalbinizde sevgi varsa, hiçbir dev sizi yenemez."

Ali kararsız kalmış. Ama annesini, köyünü, ve diğer aç insanları düşününce cesaretlenmiş:

"Tamam. Ne yapmam gerekiyor?"

Prenses gülümsemiş ve ona ışıl ışıl parlayan bir flüt uzatmış:

"Bu flütle ormanın derinliklerine git. Müzikle Doğruluk Gölü'nü uyandır. Göl sana devin zayıf yönünü gösterecek."

Ali ve Mırmır ormana doğru yola çıkmış. Orman renkli kelebeklerle doluymuş ama içi biraz ürkütücüymüş. Nihayet göle ulaştıklarında Ali flütü çalmaya başlamış. Melodi gölün üzerinde yankılanırken, su parlamaya başlamış ve içinden bir görüntü yükselmiş. Dev Karagan ağlıyormuş!

"Ağlıyor mu bu dev?" demiş Mırmır hayretle.

"Görünüşe göre yalnızlıktan..." demiş Ali yavaşça. "Hiç arkadaşı yok."

Bir anda Ali'nin kalbinde bir şey kıpırdamış. Devle savaşmak yerine ona arkadaş olmayı denemek istemiş. Flütü eline alıp bu kez neşeli bir melodi çalmış. Gökyüzü yankılanmış, devin inine kadar ulaşmış.

Dev Karagan, mağarasından çıkıp Ali'yi görünce kükremiş:

"Kim o! Benim huzurumu bozan kim!"

Ali cesurca öne çıkmış:

"Ben Ali. Seninle savaşmaya değil, konuşmaya geldim. Yalnız olduğunu biliyorum. Belki birlikte şarkı çalarız?"

Dev şaşırmış. Gözlerinden yaşlar süzülmüş. Koca cüssesiyle yere oturmuş:

"Kimse bana böyle yaklaşmadı. Herkes benden korkar."

"Ben korkmuyorum," demiş Ali gülümseyerek. "Çünkü senin de sevgiye ihtiyacın var."

Dev başını eğmiş, yavaşça gülümsemiş. O günden sonra Karagan, Gökyüzü Krallığı’nı terk etmiş ve ormanın bekçisi olmuş. Prenses, Ali'yi sarayda onurlandırmış:

"Sen sadece cesur değil, aynı zamanda bilgesin Ali. Kalbinle devin kalbini değiştirdin."

Ali ve Mırmır geri dönerken yanlarında bir torba altın, sınırsız buğday tohumu ve Gümüş Prenses'in bir mektubunu getirmişler. Fasulye sırığına tırmanıp evlerine döndüklerinde annesi onları gözyaşları içinde karşılamış:

"Ali! Neredeydin?!"

"Gökyüzünde!" demiş Ali neşeyle. "Ve artık asla aç kalmayacağız!"

Köy halkı Ali’ye hayran kalmış. Mucizeyle gelen buğday tarlaları, fasulye sırığından akan gök suyuyla sulanmış. Herkes mutlu olmuş.

Ama en çok da Ali. Çünkü o artık sadece bir çocuk değil, umut taşıyan bir kahraman olmuştu.