Güzel ve Çirkin Masalı

Bir zamanlar, renkli çiçeklerin dans ettiği, kuşların neşeyle şarkı söylediği bir ülkede, küçük bir kasabada yaşayan Elara adında genç bir kız vardı. Elara’nın kalbi sevgiyle doluydu, ama insanlar çoğu zaman onun nazikliğini hafife alırlardı. Kasabanın diğer insanları güzelliğe, gösterişe ve dış görünüşe çok değer verirken, Elara kalbin güzelliğini önemserdi.

Bir gün, Elara ormanda çiçek toplarken, yolunu kaybetti. Güneş yavaşça batıyor, ormanın gölgeleri uzuyordu. Tam umutsuzluğa kapılmışken, uzakta sislerin içinde parlayan bir şato gördü.

"Belki burada birine rastlarım, bana yolu tarif eder," dedi kendi kendine. Şatoya doğru yürüdü. Kapıyı çaldı, ama cevap gelmedi. Kapı kendiliğinden aralandı. İçeri girdiğinde gözlerine inanamadı. Şato, pırıl pırıl salonlar, altın varaklı aynalar ve duvardaki tablolarla büyüleyici görünüyordu. Ama bir şey eksikti: insan sesi.

Elara merakla etrafa bakarken, bir anda derin bir ses duyuldu:

"Burada ne işin var?"

Elara irkildi. Merdivenin tepesinde, gölgeler içinde bir yaratık duruyordu. Dev gibi, tüylerle kaplı, gözleri zümrüt gibi parlıyordu.

"Ben... ben sadece yolumu kaybettim," dedi Elara. "Bir gece barınağı arıyorum."

Yaratık bir süre sessiz kaldı. Sonra yavaşça merdivenlerden indi.

"Ben... uzun zamandır misafir kabul etmiyorum. Ama kalabilirsin. Bir şartla."

"Nedir o şart?" diye sordu Elara, korkuyla karışık bir merakla.

"Beni tanımaya çalışacaksın. Gözlerinle değil, kalbinle."

Elara başını salladı. Bu yaratık korkunç görünüyordu ama sesinde bir hüzün vardı, yalnızlık vardı. Kalbinde bir yer ona güvenebileceğini söylüyordu.

Günler geçti. Elara ve Çirkin, birlikte yemekler yediler, uzun sohbetler ettiler. Elara onun sadece görünüşünden dolayı yargılanmasına üzüldü. Çirkin’in sesiyle anlattığı hikâyelerde bir zamanlar insan olduğunu öğrendi. Genç bir prensken, kibirli ve soğuk biriymiş. Bir gün, yaşlı bir kadına yardım etmeyi reddettiği için büyülenmişti.

"O kadın aslında bir büyücüymüş," dedi Çirkin bir akşam yemeğinde. "Bana kalbimin ne kadar çirkin olduğunu göstermek istemiş. Dışımı içim gibi yaptı."

Elara ona üzülerek baktı. "Ama sen artık öyle değilsin. Şefkatlisin, düşüncelisin… insanlar bunu göremiyor, ama ben görebiliyorum."

Çirkin’in gözleri doldu. O ana kadar kimse ona böyle nazik davranmamıştı.

Bir gece, Elara rüyasında babasını hasta gördü. Gözyaşları içinde uyanınca, Çirkin hemen yanına geldi.

"Neler oluyor?" diye sordu endişeyle.

"Babam... Onu görebilmem lazım. Hasta olabilir," dedi Elara.

Çirkin başını eğdi. "Gitmene izin veriyorum. Ama... dönmeni isterim. Bu şato, sen olmadan yeniden karanlığa gömülür."

"Döneceğim, söz veriyorum."

Elara şatodan ayrıldı, babasının yanına döndü. Babasını gerçekten hasta buldu ama ona iyi bakarak iyileştirdi. Fakat kasabadaki insanlar Elara'nın anlattıklarına inanmadılar.

"Canavar mı? Elmaslarla dolu bir şato mu? Bunlar sadece masal!" dediler alaycı bir şekilde.

Ama Elara kimseye kulak asmadı. Günler sonra sözünü tutarak tekrar şatoya döndü. Fakat şato sessizdi… bomboş görünüyordu. Elara içeri girdiğinde büyük salonda Çirkin’i yerde buldu. Solgun görünüyordu.

"Çirkin! Lütfen... gözlerini aç!"

Çirkin yavaşça gözlerini araladı. "Döndün... sözünü tuttun."

"Evet, sensiz bir dünya... eksik. Çünkü seni... seviyorum."

Tam o anda, bir ışık şatonun her köşesini doldurdu. Çirkin'in üzerindeki büyü kırıldı. Tüyler döküldü, pençeler ellerine dönüştü. O, Elara'nın kucakladığı yaratık değil, şimdi karşında duran yakışıklı bir prensti.

"Ne... ne oldu?" diye fısıldadı Elara, gözleri dolu dolu.

"Senin sevgin... kalbinin güzelliği, beni kurtardı."

Şatonun odaları yeniden canlandı. Duvarlardaki tablolar gülümsedi, avizeler parladı, bahçedeki çiçekler dans eder gibi açtı.

Elara ve Prens birlikte kasabaya döndüler. Başta kimse onlara inanmadı ama sonra herkes şatoyu ziyaret etti, mucizelere şahit oldu. Elara, insanlara dış görünüşün değil, kalbin güzelliğinin önemli olduğunu öğretti.

Ve evet... o şato bir daha asla sessiz kalmadı.