Parmak Kız Masalı

Büyük bir ormanın kenarında yalnız yaşayan yaşlı bir kadın varmış. Bu kadın yıllardır bir çocuğunun olmasını diliyor ama bir türlü bu dileği gerçekleşmiyormuş. Bir gün, ormanda dolaşırken garip bir yaşlı adamla karşılaşmış. Adam, kadının iyi kalbini fark etmiş ve ona küçük bir arpa tanesi uzatmış.

“Bu tohumu ek. İçinden seni mutlu edecek bir sürpriz çıkacak,” demiş adam ve aniden gözden kaybolmuş.

Kadın tohumu büyük bir heyecanla almış, evine döner dönmez en güzel saksısına ekmiş. Günler sonra tohumun içinden bir çiçek filizlenmiş, büyümüş ve kocaman bir tomurcuğa dönüşmüş. Çiçek açılınca, içinden ufacık, parmak kadar bir kız çıkmış! Kadın şaşkınlık içinde gözlerini ovuşturmuş.

“Aman Tanrım! Ne kadar güzel bir kızsın sen!” demiş hayranlıkla.

Parmak kadar olduğu için ona Parmak Kız adını vermiş. Parmak Kız, o kadar zarif ve güzelmiş ki, sesi bile bir kuşun şarkısı gibiymiş. Yaşlı kadın onu sevgiyle büyütmüş, ona minicik bir ceviz kabuğundan yatak yapmış, nilüfer yapraklarından giysiler dikmiş.

Günler böyle mutluluk içinde geçerken, bir gece açık pencereden içeri çirkin bir kara kurbağası girmiş. Parmak Kız’ı uyurken görmüş ve onu oğlu için gelin olarak kaçırmaya karar vermiş. Yavaşça ceviz kabuğundaki yatağından alıp, onu ormanın içindeki bataklığa götürmüş. Sabah olduğunda, Parmak Kız gözlerini açınca kendini çamurlu bir yaprağın üstünde bulmuş.

“Burası da neresi? Anneciğim! Beni buraya kim getirdi?” diye korkuyla bağırmış.

Kurbağa, bataklığın kenarında onu bekliyormuş.

“Artık burası senin evin, küçük hanım. Seni oğlumla evlendireceğim!” demiş sırıtarak.

Parmak Kız korkuyla titremiş, ama tam o sırada yardımına bir grup minik balık yetişmiş. Onun masum olduğunu gören balıklar, nilüfer yaprağının sapını kemirerek onu özgürlüğüne kavuşturmuşlar. Parmak Kız, suyun akıntısıyla hızla ormandan uzaklaşmış.

Günlerce yaprak üstünde sürüklenmiş, minik kelebeklerle dost olmuş, çiçeklerin nektarlarını tatmış. Ancak, yaklaşan kışla birlikte zor zamanlar başlamış. Minicik bedeni soğuktan titriyormuş. Tam o sırada, yolda baygın yatan bir kırlangıç bulmuş. Kanadı yaralı olan bu zavallı kuşu görünce içi merhametle dolmuş.

“Zavallı dostum, seni burada bırakmam!” diyerek, yapraklarla ona bir yuva yapmış ve günlerce yaralarını sarmış.

Kırlangıç yavaş yavaş iyileşmiş ve bahar gelince uçacak gücü bulmuş. Parmak Kız’a dönerek,

“Sen olmasan hayatta kalamazdım. Sana minnettarım, güzel dostum. Eğer istersen seni de alır, sıcak diyarlara götürürüm.” demiş.

Parmak Kız, gitmek istemiş ama yaşlı kadını bırakmak da istememiş. Yine de, burada güvende olmadığını biliyormuş. Biraz düşündükten sonra, kırlangıcın sırtına atlamış ve mavi gökyüzüne doğru uçmuşlar.

Uçtukça uçmuşlar, ormanları, nehirleri, dağları geçmişler. Sonunda, hiç görmediği kadar güzel, çiçeklerle dolu bir ülkeye varmışlar. Orada rengârenk kelebekler, şırıl şırıl akan sular, ışıl ışıl açan çiçekler varmış. Ama en güzeli, çiçeklerin ortasında yaşayan minik insanlar varmış. Onlardan biri, altın gibi parlayan kanatlarıyla yaklaşıp gülümsemiş. Bu, Çiçek Perisi Prensi’ymiş.

Parmak Kız’ı görünce büyülenmiş.

“Sen de bizim gibi miniksin. Burada kalıp kraliçem olur musun?” diye sormuş.

Parmak Kız, mutluluk içinde gülümsemiş. Nihayet, kendine uygun bir yuva bulmuştu.

“Evet, burada kalmak isterim!” demiş heyecanla.

Bütün çiçek perileri sevinçle dans etmiş, bahar meltemiyle şarkılar söylemişler. Prens, Parmak Kız’a narin kanatlardan yapılmış bir çift gümüş kanat hediye etmiş. Artık o da bir çiçek perisiymiş!

Ve böylece Parmak Kız, mutluluk içinde sonsuza kadar yaşamış.