Beyaz Atlı Prens Masalı

Beyaz Atlı Prens ve Kayıp Krallık

Uzak diyarların birinde, yeşil vadiler ve mavi göllerle çevrili büyük bir krallık vardı. Bu krallıkta, halkı tarafından çok sevilen, cesur ve adil bir prens yaşardı. Adı Alarion’du, fakat herkes ona "Beyaz Atlı Prens" derdi. Çünkü nereye gitse, üzerinde bembeyaz ve asil bir at olan Tempest vardı.

Bir gün, Alarion krallığın sınırlarında devriye gezerken yaşlı bir bilgeyle karşılaştı. Bilge, bastonuna yaslanarak Prens’e yaklaştı ve fısıltıyla konuştu:

“Prens Alarion, karanlık ormanın derinlerinde kayıp bir krallık var. Bu krallık bir zamanlar altın gibi parlayan bir yerdi ama şimdi lanetli bir gölgeyle örtüldü. Eğer cesaretin varsa, bu laneti kaldırabilirsin.”

Prens Alarion, bilgenin sözlerinden etkilenmişti. Hiçbir zaman yardıma ihtiyacı olan birine sırtını dönmezdi.

“Bu laneti kaldırmak için ne yapmalıyım, bilge kişi?” diye sordu.

“Krallığın kayıp prensesi Nerisa, yıllardır kötü kalpli büyücü Malgar’ın elinde tutsak. Eğer prensesi kurtarabilirsen, lanet de ortadan kalkacaktır.”

Beyaz Atlı Prens, bir an bile tereddüt etmeden kabul etti. Kılıcını kuşandı, zırhını giydi ve sadık atı Tempest ile birlikte karanlık ormana doğru yola çıktı.

 

Ormanın içine girdiğinde, her şeyin sessiz ve kasvetli olduğunu fark etti. Ağaçlar bile eğilmiş, dallarıyla birbirine fısıldar gibi duruyordu. Bir süre ilerledikten sonra, bir grup orman cini yolunu kesti.

“Dur yolcu! Karanlık büyücünün topraklarına adım atıyorsun. Geri dön yoksa başına büyük dertler açılır!” dediler.

“Ben Prens Alarion. Prenses Nerisa’yı kurtarmak için buradayım.” diye yanıtladı Alarion.

Cinler, kendi aralarında fısıldaştılar. Sonra içlerinden biri ileri çıktı.

“Eğer gerçekten Prenses’i kurtarmaya niyetliysen, sana bir sır verebiliriz. Büyücü Malgar’ın zayıf noktası aynalardır. Aynalar onun karanlık büyüsünü kırabilir.”

Prens, cinlere minnettarlıkla teşekkür etti ve yoluna devam etti.

 

Malgar’ın kara kulesine vardığında, kapıda dev bir muhafız onu karşıladı. Gözleri kırmızı bir alev gibi parlayan bu dev, elindeki balyozu yere vurarak gürledi:

“Buraya izinsiz giremezsin, insan!”

Alarion kılıcını çekerek cesurca karşılık verdi:

“Geri çekil dev adam! Prensesi alıp gideceğim.”

Muhafız kocaman bir kahkaha attı ve saldırdı. Fakat Prens çevik bir hareketle yana çekildi ve devin arkasına geçti. Birkaç hamleyle onu yere serdi ve kuleye girdi.

 

Kule koridorları karanlık ve kasvetliydi. Alarion odaları tek tek arayarak en sonunda büyük, demir kaplı bir kapıya ulaştı. Kapıyı açtığında içeride, zarif bir elbise giymiş, uzun altın rengi saçları omuzlarına dökülen bir genç kız gördü.

Prenses Nerisa onu görünce heyecanla ayağa kalktı:

“Siz kimsiniz?” diye sordu.

“Ben Prens Alarion, sizi kurtarmaya geldim!”

Tam o anda odanın içi kara dumanla doldu ve dumanın içinden uzun cübbeli, korkutucu bir adam belirdi. Malgar, buz gibi sesiyle fısıldadı:

“Buraya kadar geldin ama buradan çıkamayacaksın, Prens Alarion!”

Alarion kılıcını sımsıkı tuttu ve karanlık büyücünün gözlerine dik dik baktı.

“Senin kötülüğünün sonu geldi, Malgar! Halkına yıllardır eziyet ettin, ama artık bu bitecek!”

Malgar elini havaya kaldırdı ve kara bir alev topu oluşturdu. Fakat tam saldıracağı sırada Alarion cebinden çıkardığı küçük aynayı ona doğru tuttu. Cinlerin dediği gibi, Malgar aynaya bakınca çığlık attı. Aynadaki yansıması onu içeri çekmeye başladı.

Malgar haykırarak yok oldu ve kule sarsılmaya başladı. Lanet kalkıyordu!

Prens, Prenses Nerisa’nın elinden tutarak onu kuleden çıkardı. Karanlık orman yerini güneş ışığına bıraktı. Tutsak olan halk özgürlüğüne kavuştu, kayıp krallık yeniden doğdu.

 

Krallığa döndüklerinde halk büyük bir şölen düzenledi. Kral, Prens Alarion’a minnettarlıkla baktı.

“Sen gerçekten de beyaz atlı bir kahramansın!” dedi.

Prens Alarion ve Prenses Nerisa, kısa sürede birbirlerine âşık oldular ve büyük bir düğünle evlendiler. Krallıkları birlikte yöneterek adil ve mutlu bir yaşam sürdüler.

Ve böylece, Beyaz Atlı Prens’in cesareti sayesinde bir krallık kurtulmuş oldu.