Nohut Oğlan Masalı

Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, uzak mı uzak bir köyde, çocuk sahibi olamayan yaşlı bir çift yaşarmış. Yaşlı kadın ve adam, her gece gökyüzüne bakar, yıldızlara dilek tutarlarmış:
"Allah’ım, bize bir evlat ver! İsterse bir nohut tanesi kadar olsun, yeter ki bizim olsun!"
Bir gün, yaşlı kadın mutfakta akşam yemeği hazırlarken, tencerede kaynayan nohutlardan biri hoplamış, zıplamış ve "Anneciğim!" diye seslenmiş. Kadın şaşkınlıktan elindeki kaşığı düşürmüş. Karşısında ufacık, minicik bir oğlan duruyormuş.
Kadın, gözyaşları içinde kocasına seslenmiş:
"Bey! Bey! Gel bak, Allah dualarımızı kabul etti!"
Adam mutfağa koşmuş, küçük nohuttan oğlana bakmış ve hayretle gülümsemiş:
"Vay canına! Oğlumuz oldu!"
Nohut kadar küçük olduğu için ona "Nohut Oğlan" adını vermişler. Küçücük olmasına rağmen, Nohut Oğlan’ın yüreği kocamandı. Çok zeki, neşeli ve cesur bir çocuktu. Fakat köydeki diğer çocuklar onunla dalga geçerdi:
"Sen oyun oynayamazsın, çünkü çok küçüksün!"
"Rüzgâr esse seni uçurur!"
Nohut Oğlan bu sözlere üzülse de, içine atmaktan başka elinden bir şey gelmezdi. Bir gün annesine döndü ve cesurca söyledi:
"Anne, baba, ben dünyayı görmek istiyorum. Maceralara atılmak istiyorum!"
Annesi hemen itiraz etti:
"Olmaz oğlum! Sen çok küçüksün, başına bir şey gelir!"
Babası da başını salladı:
"Dünya çok büyük, sen ise çok ufaksın. Nasıl hayatta kalacaksın?"
Fakat Nohut Oğlan kararlıydı:
"Beni küçüklüğümle yargılamayın! Benim aklım var, cesaretim var. Koca dünyaya kafa tutabilirim!"
Annesi ve babası gözyaşlarıyla onu uğurladılar. Annesi küçücük bir torbaya ekmek kırıntıları koydu, babası ise ona minicik bir iğne verdi:
"Bu iğneyi bir kılıç gibi kullan oğlum! Kendini koru!"
Ve böylece, Nohut Oğlan büyük dünyaya doğru yola çıktı.
İlk Macera: Açgözlü Tüccar
Yolda giderken, büyük bir kervanın yanına geldi. Kervanın sahibi, zengin ve açgözlü bir tüccardı. Nohut Oğlan’ı fark edince kahkaha attı:
"Bu ne böyle? Minicik bir adam mı?"
Nohut Oğlan başını dik tuttu ve söyledi:
"Ben bir adamım ve iş arıyorum! Bana iş verir misin?"
Tüccar kahkaha attı ama sonra düşündü: "Bu çocuk o kadar küçük ki, neredeyse hiç yemek yemez. Ona ücret vermesem bile çalıştırabilirim!"
"Pekâlâ," dedi tüccar. "Develerime çoban ol!"
Nohut Oğlan, büyük develerin yanında minicik bir gölge gibiydi ama zekâsını kullanarak onları yönetmeyi başardı. Günler geçti, aylar geçti… Tüccar ona hiç ücret vermedi, hep oyaladı.
Bir gün, Nohut Oğlan sabrını yitirdi ve tüccara bağırdı:
"Ben çalıştım, hak ettiğimi isterim!"
Ama tüccar gülerek, "Sen bir nohut kadar küçüksün! Ne yapabilirsin ki?" dedi.
Nohut Oğlan sinirle iğnesini çekti ve tüccarın kesesinin iplerini kesti. Altınlar yere saçıldı. Develer korkuyla kaçıştı. Tüccar panikle bağırdı:
"Dur! Dur! Altınlarım!"
Ama Nohut Oğlan çoktan uzaklaşmıştı.
Yoluna devam eden Nohut Oğlan, büyük bir ormana geldi. Ormanda herkesin korktuğu bir dev yaşardı. Dev, köylülerin hayvanlarını çalar, korku salardı.
Köylüler Nohut Oğlan’a yalvardılar:
"Ey küçük çocuk, bu devi alt edemezsin! Geri dön!"
Ama Nohut Oğlan dinlemedi. Gizlice devin mağarasına girdi ve duvarlarda asılı altın bir kuş gördü. Kuş, konuşuyordu!
"Ey cesur yolcu! Beni serbest bırak, sana büyük bir sır vereyim!"
Nohut Oğlan kuşun zincirlerini kesti. Tam o anda dev uyandı! Koca sesiyle kükredi:
"Kim benim hazineme dokunuyor?!"
Nohut Oğlan hızla kuşun sırtına bindi ve fısıldadı:
"Uç, altın kuş, uç!"
Kuş kanat çırptı, devin koca ellerinden son anda kurtuldular. Altın kuş köylülere yardım etti, dev bir daha ormanda görülmedi.
Köylüler Nohut Oğlan’a minnettar oldu:
"Sen çok küçüksün ama kalbin dev gibi! Seni asla küçümsemeyeceğiz!"
Nohut Oğlan, maceralarından sonra köyüne geri döndü. Annesi ve babası onu görünce sevinç gözyaşlarına boğuldu. Babası gururla söyledi:
"Sen bizim en büyük evladımızsın!"
Nohut Oğlan gülümsedi ve dedi ki:
"Boy küçük olabilir ama yüreği büyük olan, her şeyin üstesinden gelebilir!"
Ve böylece, Nohut Oğlan’ın ismi dilden dile dolaştı. Küçücük bir çocuğun bile büyük işler başarabileceğini herkes öğrendi.