Melek Masalı

Bir varmış, bir yokmuş... Uzak diyarlarda, bulutların ötesinde, insanların gözle göremediği ama kalpleriyle hissedebildiği bir diyar varmış. Bu diyar, "Işığın Diyarı" olarak bilinirmiş. Burada saf iyilikten doğmuş melekler yaşarmış. Her meleğin bir görevi varmış; kimi insanlara umut fısıldar, kimi rüyalarına neşe katar, kimi de kaybolmuş ruhlara yol gösterirmiş.

Ama içlerinde biri varmış ki, diğerlerinden farklıymış. Adı Elara olan bu genç melek, hep merak içindeymiş. O, sadece iyilik yapmakla yetinmek istemez, insanları anlamak istermiş. Onların sevincini, üzüntüsünü, hayallerini ve korkularını gerçekten hissetmek istermiş. Bu yüzden sık sık diğer meleklerden farklı düşüncelere dalar, kendini sorgulardı.

Bir gün, Elara başmeleklerden biri olan Aziel’in yanına gitmiş.

"Aziel, bana insanları anlamam için yardım eder misin?" diye sormuş.

Aziel, gülümseyerek ona bakmış.

"Sen zaten insanları hissediyorsun Elara, neden daha fazlasını istiyorsun?"

Elara içini çekmiş.

"Çünkü onlar gibi hissetmeden, onlara gerçekten yardım edebileceğimi sanmıyorum. Onların mutluluğu kadar acısını da bilmeliyim. Ancak o zaman gerçek bir rehber olabilirim."

Aziel, uzun beyaz sakalını okşayarak düşünmüş.

"Bu tehlikeli bir istek, küçük melek. İnsan dünyasında hissetmek ağır bir yük olabilir. Acı, kayıp, hayal kırıklığı... Bunlarla başa çıkabilecek misin?"

Elara başını eğmiş ama sonra gözleri parlamış.

"Evet, ne olursa olsun bunu denemek istiyorum!"

Başmelek, bir süre sessizce bakmış Elara'ya. Sonra ellerini havaya kaldırıp kutsal bir dua fısıldamış. Aniden Elara'nın etrafını altın ışıklar sarmış ve kanatları yavaşça solmaya başlamış. Yüzünde bir sıcaklık hissetmiş ve bir anda kendini bir ormanda bulmuş.

Gözlerini açtığında, Elara artık bir insan olmuştu. Kalbi atıyordu. Üşüme hissiyle tüyleri diken diken oldu, toprak kokusunu içine çekti ve hafif bir rüzgar saçlarını okşadı. Artık hissediyordu.

Derken, uzaklardan bir ağlama sesi duydu. Sesin geldiği yöne doğru koştu ve bir ağacın altında küçük bir kız çocuğu gördü. Sarı bukleleri yüzüne düşmüş, gözyaşları yanaklarından süzülüyordu.

Elara dikkatlice yanına yaklaştı.

"Merhaba küçük kız, neden ağlıyorsun?"

Küçük kız başını kaldırdı, gözleri yaşlarla doluydu.

"Annem... Annemi kaybettim. Onu bir daha göremeyeceğim..."

Elara'nın kalbi sıkıştı. Acının ne olduğunu ilk kez hissediyordu. Dizlerinin üzerine çöktü ve nazikçe kızın elini tuttu.

"Adın ne senin?"

"Lina."

"Lina, biliyor musun? Anneler çocuklarını hiç terk etmezler. Onlar yıldızlar gibi gökyüzünde parlarlar ve hep bizimle olurlar."

Küçük kız hıçkırarak sordu:

"Ama neden onu göremiyorum?"

Elara iç çekti. Gözleri dolmuştu ama bunu neden hissettiğini anlamıyordu. O bir melekti, böyle duygular ona yabancıydı. Ama şimdi, bu küçük kızın acısını içinde taşıyordu.

"Bazen sevdiklerimizi gözlerimizle göremeyiz ama kalbimizde hissederiz. Annene her özlediğinde, gözlerini kapat ve onu düşün. O seni hep duyacak."

Lina, Elara'nın söylediklerini anlamaya çalışarak başını salladı.

"Sence beni hala seviyor mu?" diye fısıldadı.

Elara gözyaşlarını tutamadı ve Lina’yı sarıldı.

"Evet Lina, seni her zaman sevecek."

O anda küçük kızın yüzüne hafif bir gülümseme yerleşti. Elara, bir insanın acısını paylaşmanın ne kadar ağır ama aynı zamanda ne kadar kutsal olduğunu fark etti.

O günden sonra Elara, insan dünyasında yolculuğuna devam etti. Her geçen gün daha fazla duygu hissetti; sevinç, umut, korku, özlem… Ama her yeni his, onu biraz daha güçlü yaptı.

Bir gün, yaşlı bir adamla tanıştı. Adam bir köprüde oturmuş, sessizce suya bakıyordu. Yanına oturdu ve nazikçe sordu:

"Düşünceli görünüyorsunuz. Bir şey mi oldu?"

Yaşlı adam içini çekti.

"Hayat çok hızlı geçti. Sevdiklerimi kaybettim, gençliğim elimden kayıp gitti. Artık ne yapacağımı bilmiyorum."

Elara derin bir nefes aldı ve adamın elini tuttu.

"Hayat asla bitmez, yalnızca şekil değiştirir. Sevdikleriniz sizi unutmadı, çünkü siz onları unutmadınız. Onlar anılarınızda yaşıyor."

Adamın gözleri doldu ve hafifçe gülümsedi.

"Bunu hiç böyle düşünmemiştim. Teşekkür ederim."

Elara, insanlara yardım etmenin yalnızca fiziksel bir şey olmadığını anladı. Gerçek iyilik, onların ruhuna dokunmaktı.

Günler, aylar geçti ve Elara insan dünyasında pek çok hayat değiştirdi. Ama zamanla, içinde bir özlem büyümeye başladı. Kendi dünyasını, diğer melekleri ve ışığın huzurunu özlüyordu.

Bir gece gökyüzüne bakarken fısıldadı:

"Aziel… Eğer beni duyuyorsan, sanırım artık eve dönmek istiyorum."

O anda, gökyüzünden bir ışık huzmesi indi ve Elara'yı sardı. Vücudu hafifleşti, ruhu eski formuna dönüyordu. Gözlerini kapattı ve Işığın Diyarı'na geri döndü.

Elara, döndüğünde Aziel’i karşısında buldu.

"Ne öğrendin, küçük melek?" diye sordu başmelek.

Elara, gülümseyerek yanıtladı:

"İnsan olmak zor, ama bir o kadar da güzel. Duygular bazen acı verse de, onlar olmadan hayat eksik olurdu. Artık insanlara nasıl gerçekten yardım edebileceğimi biliyorum."

Aziel gülümsedi ve Elara'yı kucakladı.

"O zaman artık gerçek bir meleksin."

Ve o günden sonra, Elara sadece bir melek olarak değil, aynı zamanda insanların kalplerinde bir ışık olarak yaşamaya devam etti.