Koca Nine ile Tilki Masalı

Ormanın derinliklerinde, küçük bir kulübede yaşayan Koca Nine adında yaşlı bir kadın varmış. Koca Nine’nin yüreği pamuk gibi yumuşak, elleri ise yılların verdiği tecrübeyle maharetliymiş. Günlerini ekmek pişirerek, örgü örerek ve ormanda dolaşarak geçirirmiş.

Bir gün, Nine ormanda odun toplarken çalılıklar arasından ince bir ses duymuş. Eğilip dikkatlice bakınca karşısında tüyleri kabarmış, gözleri korkuyla parlayan bir tilki yavrusu bulmuş. Yavru, patisini bir diken çalısına kaptırmış, hareket edemiyormuş.

Nine, kalbi merhametle dolarak hemen yavruyu kollarına almış.

“Aman kuzum, ne olmuş sana böyle? Canın çok yanıyor mu?” demiş.

Tilki yavrusu acıyla inlemiş, ama Nine’nin sıcak elleri ona güven vermiş.

“Beni... buradan çıkarır mısın?” diye fısıldamış tilki.

Nine, usulca dikenleri temizlemiş ve yavrunun patisini dikkatlice sardıktan sonra onu kucağına almış.

“Sen çok güçlüsün, hemen iyileşirsin. Ama şimdilik benimle gel, sana güzel bir çorba yapayım.”

Tilki yavrusu gözlerini kırpıştırmış. Karnı açtı, ama Nine’ye güvenmeli miydi? Biraz düşündükten sonra başını sallayıp Nine’nin kucağına sığınmış.

Kulübeye vardıklarında Nine, tilkiyi eski bir battaniyeye sardı ve ocağın üzerine mis kokulu bir çorba koydu. Çorba kaynarken Nine, tilkiye gülümseyerek baktı.

“Adın ne senin, küçük tilki?” diye sordu.

Tilki bir an tereddüt etti. Sonra usulca fısıldadı:

“Benim adım Alaz.”

Nine başını salladı. “Güzel isimmiş. Ateş gibi, güçlü.”

Birkaç gün geçti, Nine Alaz’ı iyileştirirken ona güzel hikâyeler anlatıyor, karnını doyuruyor, sıcak yuvasında misafir ediyordu. Alaz, önce biraz utangaç davransa da Nine’nin iyi yüreğini fark ettikçe ona bağlandı. Ama bir gün ormanda dolaşırken Alaz’ın aklına bir fikir geldi. Gözleri kurnazca parladı.

“Nine, sen çok iyi bir insansın ama ben bir tilkiyim. Tilkiler ormanda yaşar, hür olurlar. Beni bırakır mısın?” diye sordu.

Nine gözlerini hafifçe kıstı, sonra başını salladı.

“Eğer gitmek istersen, seni tutamam. Ama şunu bil ki, kapım sana her zaman açık.”

Alaz sevinçle kuyruğunu salladı, Nine’nin elini küçük diliyle yaladı ve ormana daldı.

Aradan aylar geçti. Koca Nine her zamanki gibi kulübesinde yalnız yaşamaya devam etti. Ama içten içe küçük tilkiyi özlüyordu. Bir akşam, kulübesinin kapısı tıkır tıkır çaldı. Nine kapıyı açtığında karşısında Alaz’ı buldu. Ama bu sefer yalnız değildi. Arkasında başka bir tilki daha duruyordu, ürkek gözlerle Nine’ye bakıyordu.

Nine şaşkınlıkla sordu: “Alaz? Bu kim?”

Alaz başını eğdi. “Nine, bu benim arkadaşım Kıvılcım. O da hasta ve aç… Onu da iyileştirir misin?”

Nine gülümsedi, gözleri şefkatle parladı. “Elbette kuzum, elbette. Gelin içeri, size sıcak bir çorba yapayım.”

Ve böylece Nine’nin kulübesi, yalnızlıktan kurtuldu. Günler geçtikçe Alaz ve Kıvılcım orayı iyice sahiplendi. Ormanda avlanıyor, ama her akşam Nine’nin yanına dönüyorlardı. Bir gün Nine hastalanınca, Alaz ve Kıvılcım onun için ormandan şifalı otlar topladı, Nine’yi sıcak tutmak için kürklerini ona sardılar. Nine gözlerini açıp onları gördüğünde, gözyaşlarını tutamadı.

“Siz artık benim torunlarım gibisiniz.” dedi, gülümseyerek.

Ve o günden sonra Alaz ve Kıvılcım, Koca Nine’nin sadık dostları oldular. Her gün ormanda gezip maceralar yaşadılar, ama her gece Nine’nin sıcak kulübesine döndüler. Çünkü gerçek aile, kan bağıyla değil, kalpten bağlarla kurulurdu.

Ve masal burada bitti… Ama Koca Nine, Alaz ve Kıvılcım’ın maceraları hiç bitmedi.